Çocukların Doğaya İhtiyaçları Var

Dertsiz tasasız deyince yanlış anlaşılmasın. Elbette bizim de önemsediğimiz şeyler vardı.Yavru kedi ya da köpeklere bahçede yuva yapar evden getirdiğimiz yiyeceklerle beslerdik. Yaz günlerinin o kavurucu sıcaklarında kurumasınlar diye aramızda paylaştığımız sokağımızın ağaçlarını her akşam kovayla su taşır sulardık. Kışın karlı günlerinde yiyecek bulamayan kuşlara ekmek kırıntıları bıraktığımız köşeler vardı, yazın okulumuzun bahçesinde, yuvalarına uzun yollar halinde yürüyen karıncalarla ay çekirdeklerimizi paylaşırdık. Kısacası sokakta oynamak ve dolayısıyla doğayla doğal olarak iç içe olmak hayatımızın doğal bir parçası olmuştu. Doğayla aramızda bir bağ oluşmuştu.
Ne yazık ki bugünün çocuklarına baktığımızda doğayla ilgili deneyimlerinin olmadığını görüyoruz. Bırakın doğayı sokakta ya da parkta açık havada oynayamayan çocuklar var. Onların bir etkinlikten diğer etkinliğe koşturdukları oldukça yoğun bir programları var. Sebebi her ne olursa olsun, ister ailelerin ve çocukların zamansızlıkları, ister oyun alanlarının azalması, sokakların trafik açısından güvenilir yerler olmaması, ister annelerin açık havada koşunca çocuğum terler, üşütür endişeleri, ya da son senelerde ortaya çıkan hayvan ya da haşerelerden geçen hastalıklar, sonuç olarak çocukların artık özgürce serbest bir şekilde sokakta ya da parklarda oynamasına engel oluyor. Çocuklar gittikçe sokaklarındaki doğadan uzaklaşıyorlar. Televizyon, bilgisayar ekranları ve alışveriş merkezleri çocukların en büyük oyun alanları haline geldi. Kısacası son yıllarda hızla değişen ailelerin yaşam tarzı ve tempoları çocukları olumsuz yönde etkilemeye başladı. Çocuklarda aşırı kilo ve kolestrol gibi sağlık problemleri, duygusal tatminsizlikler, hırçınlıklar, aşırı hareketlilik, dikkat eksikliği ile ilgili problemler, zayıflayan sosyal beceriler ve hatta küçük yaşta ortaya çıkan depresyonlar gibi.Çocukların doğaya ihtiyaçları var. Onların açık havada özgürce oynamaya, koşmaya, görmeye, dokunmaya, koklamaya, keşfetmeye ihtiyaçları var. Zihinsel, duygusal ve bedensel gelişimleri için doğaya ihtiyaçları var. Öğrenmek için doğaya ihtiyaçları var. Doğada, dışarıda, açık havada içinde bulundukları ortam ve koşullara göre ne yapmaları gerektiğine kendi başlarına karar verebilmeleri için, diğer bir deyişle kendilerini her şartta koruyabilmek için doğaya ihtiyaçları var. Sağlıklı olabilmek için doğaya ihtiyaçları var. Hayata hazırlanabilmek için doğaya ihtiyaçları var.“Açık havada zaman geçirmenin çocuklara yararları” üzerine büyük bir araştırma başlatan Filedelfiya Çocuk Hastanesi, Gastroenteroloji ve Beslenme Bölümü doktorlarından Dr. Burdette ve Whitaker, düzenli olarak açık havada oynama şansı verilen çocukların sadece fiziksel açıdan gelişmediklerini söylüyorlar. Aynı zamanda hayal güçleri daha kuvvetli, daha yaratıcı ve işbirliğine daha yatkın çocuklar olduklarını ifade ediyorlar. Yale Üniversitesi Doğa Bilimi Profesörlerinden Dr. Kellet konuyla ilgili yapılan araştırmaların açık havada, doğada düzenli olarak zaman geçiren çocukların stressiz ve dikkat süreleri daha uzun çocuklar olduğunu söylüyor.
Kaynak İçin Tıklayınız..
Çocuğum Korkuyor Ne Yapmalıyım?
“Zedelenmiş bir diz iyileştirilebilir, fakat zedelenmiş cesaretin etkileri bir ömür boyu sürer.”
Jane Nelson
Her çocuğun korkuları vardır ve özellikle belli yaş dönemlerinde bu korkular daha da yoğunlaşır. Çocuğun etrafındaki yetişkinlerin, çocukların korkularına karşı gösterdikleri tutum, korkunun azalması ve çoğalması üzerinde önemli bir etkiye sahiptir.
Yaşa bağlı yaşanan korkular ve diğer korku durumlarında çocuğun korku yaşama nedenleri bazen haklı gerekçelere bağlı olabilir ama bu korkular genellikle bilinmeyen durumlar, zihinde kurulan hayaller ve hayali, görünmeyen varlıklara karşı duyulan korkular olarak gerçekleşir. Diğer durumlarda olduğu gibi çocukların yaşadığı korku durumlarını anne babaların ve eğitimcilerin dikkatle gözlemleyerek bu anlarda bilinçli davranmaları gerekir. Çünkü bazen sanki küçükmüş gibi görünen bir korku durumunun temelinde çocuğun yaşadığı taciz vs. gibi durumlar yer alabilir. Çocukların korkularını önemsememek, onlarla alay etmek veya onları yok saymak çoğu zaman işleri daha da zor bir hale dönüştürebilir. Yanlış anne baba veya eğitimci tutumları, korku yaşayan çocuklarda güvensizliğe ve daha patolojik durumlara neden olabilir.
Yaş dönemlerine göre çocukların yaşadığı korkular:
ô 3-8 yaş dönemi korkuları: Çocuğun kendi güvenliği ve anne
babanın güvenliği ile ilgili konular.
ô 7-9 yaş dönemi korkuları: Karanlık, hayvanlar, ölüm, fırtınalar
ve anne babadan ayrılma vs.
ô 11-15 arası gençlerin korkuları: Sevdiklerini kaybetme, ölüm, yalnızlık vs…
Özellikle 7-9 yaş arası çocuklarla yapılan grup etkinliklerinde çocukların çoğunun ifadelerinin bir TV veya sinema senaryosundan çok da farklı olmadığı görülmüştür. İşte bu senaryolardan bazıları:
-Yatağımın altında bir iskelet çıkacak ve benim boynuma sarılacak…
-Karanlık odadan bir hayalet fırlayacak…
-Odam birden kanla dolacak…
-Bir şimşek çakacak, bir fırtına beni alıp götürecek…
-Göremediğim bir varlık beni kucaklayacak…
Çocukların yaşadığı korku durumu geçici bir durum olduğunda;
Küçük yaşlarda yaşanan korkuların bazıları zamanla yok olur. Fakat özellikle kendine güven bakımından sıkıntıları olan çocukların korkuları da onlarla birlikte ergenlik dönemine taşınabilir. Çocuk yaşıyla gelen büyümede, giderek kendini başkalarıyla kıyaslama sürecine girdikten sonra bu defa korkuların şekli değişmeye başlar. Örneğin, başarılı olamama, yanlış yapma vs. Çocukların yaşadığı korkular onların yaşları büyüdükçe daha spesifik hale gelmeye başlar. Yaşın büyümesi ile çocukların medyadan etkilenme oranlarına bağlı olarak korkuları da daha gerçekçi boyutlara dönüşmeye başlar. Örneğin, kapkaççı korkusu, kaçırılma korkusu, öldürülme korkusu vs…
Genelde her çocuk ölüm korkusunu farklı yoğunluklarda yaşar. Çocuk 8 yaşına geldiğinde ölümün diğer insanları da etkileyebilecek kadar büyük bir ayrılık olduğunun bilincindedir. Bu bilinçle birlikte çocuk anne babasının ölüm korkusunu yaşamaya başlar. Çocuk bu duygunun yoğunluğu arttıkça anne babaya sıkıntı vermeye onları bunaltmaya da başlayabilir. Biz yetişkinler ölümün, yaşamın ve yaratılışın bir parçası olduğunu ne kadar çok bilsek de çocukların yaşadığı ölüm korkusu anlarında soğukkanlılığımızı kaybetmemeliyiz. Bu anlarda önemli olan çocuğun, anne babanın her zaman yanında olacağını ve onu çok sevdiğini ve güvende olduğunu hissedebilmesidir. Eğer çocuğun yaşadığı korku düzeyi hızla artıyorsa ve çocuğun kaygı düzeyi rahatlama yerine yükselme gösteriyorsa anne baba bu anlarda duruma daha ciddi ve bilinçli yaklaşmalı, gerektiğinde bir uzman yardımına başvurmalıdır.
Bu durumlarda yetişkinler korku durumunu değerlendirirken şu etkenleri göz önünde bulundurmalıdır:
. Bazı çocuklar diğerlerine göre sinir sistemi ve refleks sistemlerinin çalışma düzeni gereği yaşıtlarına oranla korkuya daha çok eğilim gösterebilirler.
. Çocuğun ve ailenin yaşadığı olumsuzluklar, yaşamda meydana gelen değişiklikler, korku durumlarının artmasına neden olabilir. Örneğin, taşınma, aile üyelerinden birinin kaybedilmesi, büyük bir felaket vs. Çocuğun bu yeni durumlarla baş edebilmesi için pek çok şeye aynı anda uyum göstermesi gereklidir. Çocuk bu uyumu gösteremediğinde korku durumları yaşanabilir.
. Çocuğun yaşadığı ölüm korkusu gibi görünen durumun temelinde daha somut yaşanmış kötü bir deneyim olabilir. Örneğin, çete tarafından veya taciz eden kişi tarafından tehdit edilme vs.
Çocuğun yaşadığı korku durumunun geçici olmaktan öte giderek artan bir seyir gösterdiği ve uzman yardımının gerekli olduğu durumlar:
. Rüyalar, kâbuslar: Çocukların görmüş oldukları rüyalar veya kâbuslar sonucu korku durumunun yoğunluğu artar. Çocukluk ve ergenlik döneminde her çocuk zaman zaman kâbus görür. Fakat eğer bir çocuk haftada dörtten fazla kâbus görmeye başlamışsa ve devamlı aynı kâbusu görüyorsa, bu aşamada çocuğun yaşadığı bir kaygı bozukluğu durumu olabilir.
. Ani korku deneyimleri: Çocuklar ani bir korku yaşamışlar ve durumdan derin bir şekilde etkilenmişlerse birdenbire ciddi bir korku yoğunluğu ile karşılaşabilirler. Bu durumda çocuk her an anne babanın yatağında olmak ister ve anne babayı zor durumda bırakabilir.
. Yeni deneyimlerden kaçınma: Özellikle özgüven sıkıntısı yaşayan çocuklar yeni bir deneyim yaşamaktan çekinirler ve bu durum daha basit işlerde çekingenliğe kadar gidebilir.
. Aynı davranışta aşırılık: Belli korkulara karşı hassasiyeti artan çocuklar bu durumla baş edebilmek için aynı davranışı tekrarlama yoluna başvurabilirler. Örneğin, mikroplarla baş edebilmek için bir saatte on kere elini yıkama gibi… Bu durumda çocuklar obsesif kompulsif denen davranış bozukluğuna neden olabilir.
Cinsel tacizler ve tehditler: Bu durum korkular arasında belki de en tehlikeli sonuçlara ulaşabilecek olanıdır. Çünkü gerek ülkemizde gerekse de tüm dünyada her geçen gün cinsel tacize uğrayan çocukların sayısında gözlenebilir bir artış söz konusudur. Duygusal zekâ grup çalışmasına katılan ve 5-6 yaşlarında taciz edilen bir çocuğun korku duygusu konusunda konuşulurken aşırı terlediği ve ellerinin titrediği fark edilmiştir. Duygularla bilinçlenme çalışmalarında bu fark ediş, bu çocuğun yaşamında pek çok olumlu değişikliğe neden olmuştur. Önemli olan, yetişkinlerin çocuklardan gelen ipuçları ile durumu zamanında fark edebilmeleridir. Çünkü özellikle cinsel taciz gibi konularda çocuklar durumu anlatmakta her zaman zorluk yaşarlar. Tacize uğrayan çocuğun yaşı küçükse durumu anlayıp fark etmeye başladıktan sonra durumun sonuçları daha sıkıntılı olarak kendini göstermeye başlar. Yaşanan taciz, çocuğun cinsel kimliğinde sapmalara ve bir dizi davranış bozukluklarına neden olabilir. Bu durumu yaşayan çocuklarda gözlenen belirtilerin bazıları: Sessizleşme, içekapanıklılık, anne babadan uzaklaşma ya da aşırı yaklaşma, güvensizlik, aşırı hareketlilik, dikkat dağınıklığı, vs…
Yukarıda sayılan bu 5 önemli durum dışında yetişkinlerin ciddi endişe yaşadığı durumlar da dikkate alınmalıdır. Bu anlarda yapılması gereken en doğru şey, zaman kaybetmeden bir uzmandan yardım istenmesidir.
Çocukluk Korkuları ile Baş edebilmede Yetişkinlere Öneriler:
ó Çocuklarla her zaman aranızda güçlü bir iletişim kurun. Çocuğunuzla ilişkinizi güçlendirin.
ó Çocuğunuzla iletişim kurmak için fırsatlar oluşturun. Onunla oynayın.
ó Çocuğunuzla yaşamdan farklı konular hakkında sohbet edin.
ó Çocukların korkularını önemseyin. Çocuklarla yaşadıkları korkular hakkında konuşun. Çocuğun duygularını takip ederek çocuğu etkin dinleyin. Örneğin; köpeklerin seni ısırması seni çok korkutuyor, köpeklerle ilgili hiçbir şey görmek istemiyorsun. Konuşmanız esnasında ne gibi şeylerden korkuyor, korktuğu bir kişi mi bir durum mu, korkularını en çok ne zamanlar yaşıyor? Gibi sorularla çocuğun korkusu üzerinde düşünmesini sağlayabilirsiniz. Korku yaşayan bir çocuğun korkusuna gülmek ve onu yargılamak çocuğun cesaretini daha da azaltır. Bazen samimi bir dinleyiş ve dokunuş çocuğun korkuları ile baş etmesine yardımcı olabilir.
ó Çocuğun yaşadığı korku durumunun yoğunluğunu tespit etmeye çalışın. Çocukların yaşadıkları korku durumlarının düzeyini belirlerken, onların yaşıtları ile aralarında gözlemler yapabilirsiniz.
ó Korkuları ile baş edebilmede çocuklara destek olun. Çocuğunuzu rahatlatmaya çalışın. Desteğiniz esnasında çocuğunuza yaşından küçükmüş muamelesi yapmayın. Çocuğunuza gösterdiğiniz ilgide aşırıya gitmeyin. Korku ile baş edebilmede çocuğunuza nasıl yardımcı olabileceğinizi ona sorun.
Örnek : “Seni şimdi ne rahatlatır? Sana nasıl yardımcı olabilirim?” çocuğunuzla birlikte çözümler üretin. Örneğin; gece lambasını mı yoksa odanın lambasını mı yakmamızı istersin?
Birlikte dua etme, evin güvenliği hakkında konuşma, derin enfes alıp verme gibi yöntemlerden birini seçmesini ondan isteyebilirsiniz.
ó Çocukların korku yaşadıkları anlarda onların anne baba ile yatmalarına izin vermek doğru değildir. Çünkü böyle bir davranış çocuğa “Sen korkunla baş edemezsin.” mesajını vermektedir.
ó Korku ile baş edebilmede çocuğu rahatlatma sürecinde onu cesaretlendirme, yüreklendirme önemlidir. Bu esnada samimi, içten bir sarılış, bir öpücük “Tamam bebeğim, korkunu anlıyorum sana nasıl yardımcı olabilirim, şu an seni rahatlatmak için ne yapabiliriz?” benzeri ifadeler sonrası…
“Bazen korkuların bizi çok bunalttığı anlar olabilir ama bizler karşılaştığımız
zorluklar ve korku durumları ile baş edebilme gücüne sahibiz, bu düşüncenin bize
zarar vermesine izin vermeden kendi gücümüzü kullanarak bu korku ile baş edebiliriz.” diyebiliriz.
ó Çocuğu dinleme sürecinde eğer çocuğun korktuğu şey odadan birinin çıkması vs. gibi bir şeyler ise çocukla birlikte bu ortamları incelemek ve korkacak bir şeyin olmadığına çocuğu ikna etmek veya karanlıkta duyduğu sesin aydınlıkta da olduğunu fark ettirmek faydalı olabilir.
ó Çocuğun korkularını arttıracak TV, sinema filmlerini izleme konusunda ya da korku dolu hikâyeleri okuma konusunda çocuğunuzla konuşun. Bunun iyi bir fikir olup olmadığını gözden geçirin.
ó Çocuğa korku duymanın normal bir şey olduğunu fakat korkularla baş edebileceğini öğretin. Korku durumlarında vücudunu rahatlatması için gevşeme egzersizleri yapma,
dua okuma, şeklinde değişik yöntemler öğretebilirsiniz. Çocuklarımızla olan konuşmalarınızda onlara çocukluğunuzda yaşadığınız korkuları ve onlarla baş etmek için kullandığınız yöntemleri anlatabilirsiniz. Fakat bu anlatım esnasında aşırıya gitmemeye özen gösterin.
ó Çocukları yapamayacakları, kendi bilgi ve becerilerinin üzerinde işlere, etkinliklere zorlamayın. Çocuklarınız sizlerden ayrılmakta zorlanıyorlarsa yavaş yavaş onları kendi başlarına kalabilme konusunda etkinliklere yönlendirin.
Kaynak İçin Tıklayınız..
Özel Eğitim Nedir?
ÖZEL EĞİTİM NEDİR?
Tüm öğrencilik yaşamınızda çevrenizde Gözleri görmeyen, işitemeyen, yürüyemeyen ya da tekerlekli sandalye kullanan, konuşurken kekeleyen, uyuşturucu vb. kullanan, bazı derslerde güçlükleri olan ya da herkesten farklı bir ilgi alanı olup çevresini sorunlarıyla bunaltan veya 3 yaşında kendi kendine okuma yazma öğrenen ya da fen, satranç vb. alanlarda yetişkinler düzeyinde bilgi sahibi olan kişilerle karşılaştınız. Kimine acıdınız, kimine ise imrendiniz. Bu çocuklar sizden FARKLI çocuklarda. Bu çocuklara daha öncede değinildiği gibi standart programlar, uygulanamaz. Özel eğitim uygulanması gerekir. Özel eğitim çoğunluktan farklı ve özel gereksinimli çocuklara sunulan, üstün özellikleri olanları yetenekleri doğrultusunda kapasitelerinin en üst düzeye çıkmasını sağlayan, yetersizliği engele dönüştürmeyi önleyen, engelli bireyi kendine yeterli hale getirerek topluma kaynaşmasını, ve bağımsız, üretici bireyler olmasını destekleyecek becerilerle donatan eğitimdir. Özel eğitim bir çok bakış açısına göre tanımlanabilir. Birinci görüş özel eğitimi yasal temelleri olan ve bunlara göre yürütülen bir girişim olarak ele almaktadır. Bu görüşü savunanlar, ana babanın çocukları için uygulanacak tüm eğitsel önlemler ve süreçlerle ilgili kararlara katılmalarını ve bilgilendirilmeleri gerektiğin ileri sürmektedirler. Bu görüş ülkemizde de kendisini son uygulamalarda hissettirmeye başlamıştı. Bunun sonucu olarak 573 sayılı kanun hükmünde kararnamenin hazırlanış felsefesinde bu görüş yer almaktadır. Bu yasaya göre uygun olarak çıkartılan yönetmelikte, çocukla ilgili her karar alma sürecinde aile onayı da gerekmektedir. Bu görüş, tamamıyla yönetsel düzenlemeler içermektedir. Özel eğitim, mevcut eğitim sisteminin ayrılmaz bir parçası olarak ele alınmaktadır. Öğretmen-öğrenci oranları, sınıf ortamının büyüklüğü ve çocuğun bu ortama yerleştirilmesi, hizmet verecek personelin öğrenciye göre dağılımı ve türleri, ne kadar kaynak sağlanması gerektiği gibi yönetimsel konuları kapsar. İkinci görüş olan, toplumsal politikaları oluşturma yaklaşımında özel eğitim, bireyin vazgeçilmez temel insan hakkı olarak yorumlanmaktadır. Yetersizliği olan bireye karşı değişmesi gereken tutumları ön plana çıkartan bir yaklaşımdır. Her iki görüşünde geçerli olduğu noktalar bulunmaktadır. Özel eğitimin kapsamını ve uygulamalarını belirlemede ikisi de önemli rol oynamaktadır. O da özel eğitimin temel amacını açığı vuracak olan, özel eğitimin çocuğa öğretimsel olarak nasıl müdahale etmesi gerektiği hususudur. (Heward, 00)
Yukarıda ilkeleri belirtilen yeni yaklaşımın uygulanmasında özel eğitimin değişik görevleri üstlendiğini görmekteyiz. Bu görevler şunlardır:
Bir müdahale biçimi olarak Özel Eğitim
Özel eğitim her şeyden önce yetersizliği olan bireylere yapılan amaçlı bir müdahaledir. Başarılı bir müdahalenin yetersizliği olan bireyin öğrenme ortamına, okul ve topluma etkin katılımına ket vuran tüm engelleri ortadan kaldırması, o engellerden bireyi koruması ya da o engellerin üstesinden gelmesini sağlaması gerekir. Müdahalenin bu bağlamda üç temel uygulanma biçimi bulunmaktadır. (Heward, 00; Eripek,02).
Önleyici : Önemsiz problemlerin potansiyel oluşturmasını ve yetersizliğe dönüşmesine müdahale etmek. Eğer müdahale çok erken yaşlarda, hatta bazı durumlarda doğum öncesinden başlandığında oldukça başarılı sonuçlar vermektedir. Daha sonraki bölümlerde doğum öncesi nedenler üzerinde durulurken bu konu tartışılacaktır. Özel eğitim açısından yetersizliğe neden olan etmenlerin önlenmesi büyük olasılıkla içinde bulunduğumuz 21. yy da daha da fazla önem kazanacaktır. Çünkü ağır derecede yetersizliği olan çocuklara ne kadar erken müdahale yapılabilirse, yetersizliğin gelişim üzerinde oluşturabileceği olumsuzlukları en aza indirmek olası olmaktadır.
İyileştirici: Öğretim yoluyla yetersizliğin etkilerinin üstesinden gelmek. Bu programlar, genellikle eğitim kurumları ve sosyal hizmet kurumları tarafından uygulanmaktadır. Ülkemizde, Millî Eğitim Bakanlığı ve SHEÇEK’e bağlı kurumlarda bu tür uygulamalar görülmekle birlikte verilen eğitimin ve eğitimi uygulayan bireylerin nitelikleri tartışılması gereken önemli bir sorun olarak önümüzde durmaktadır. İyileştirici müdahalenin hem eğitimsel hem de rehabilitasyon boyutu bulunmaktadır. Bu iki alanın ortak amacının yetersizliği olan bireyin yaşamını daha nitelikli ve bağımsız hale getirmek için onu gerekli becerilerle donatmak ve yaşama uyumunu sağlamaktır.
Ödünleyici : Bireyin yetersizliğine rağmen başarılı olabilmesini sağlayacak becerilerin ve araçların nasıl kullanılacağını öğretmek. Bu müdahale, yetersizliğine rağmen bireye uygun (Ödünleyici) yeni becerilerin öğretilmesini kapsar. Ödünleyici müdahale ile, yetersizliği olmayan bireylerin gereksinimi olmayan ancak yetersizliği olan bireye öğretildiğinde o bireyin yetersizlikten dolayı sınırlı olan yaşantısını zenginleştiren ve kolaylaştıran becerilerin öğretilmesi kastedilmektedir. Örneğin, öykü 1 deki Bülent’in tekerlekli sandalyeyi kullanmayı öğrenmesi, öykü 2’deki Aslının Braille daktilo ve baston kullanması öğrenmesi.
Öğretim Biçimi olarak Özel Eğitim
Özel eğitimi, genel eğitimden farklı kılan ve onu özel yapan, kimi kapsar, neyi öğretir, nasıl öğretir ve nerede uygulanır sorularının yanıtında yatmaktadır.
Kimi kapsar?
Özel gereksinimi olan, bu özelliğinden dolayı farklı eğitim gereksinimi ancak bireysel olarak planlanmış öğretim programlarıyla karşılanabilen çocukları kapsamaktadır. Bu çocukların eğitimi ya ayrı eğitim ortamlarında ya da birlikte eğitim ortamlarında karşılanmaktadır. Bunlar yerine getirilirken, sınıf öğretmeni, özel eğitim öğretmeni, ve ilgili bir çok disiplinler (PDR uzmanı, konuşma terapisti, fizyoterapist gibi) de çalışan uzmanların ailelerle birlikte ortaklaşa kararlar almaları birinci sorumluluklarıdır.
Neyi Öğretir?
Özel eğitim, genel eğitimden içerik yönünden yani nelerin öğretileceği yönünden farklılaşmaktadır. Olağan çocukların kendiliğinden edindikleri becerilerin büyük bir kısmını yetersizlikten etkilenmiş özel gereksinimli çocuklara, yoğun ve sistematik biçimde öğretmek gerekmektedir. Örneğin giyinme, soyunma, yemek yeme becerilerini çocukla, yetişkinleri gözleyerek, taklit ederek öğrenirler. Ancak çocuk yetersizlikten etkilenmiş ise örneğin görme engelli, ya da zihinsel engelli, bu becerilerin öğretilmesi gerekir. Çünkü, görme engelli çocuk, görmesindeki sınırlılık ya da yokluk nedeni ile gözleme ve taklit etme becerilerini sadece işitsel ve dokunsal uyaranlarla yapabilmekte, görsel uyaranları yetersizliğinden dolayı algılayıp tepki koyamamakta veya taklit edememektedir. Bunun için, giyinme, soyunma, yamak yeme becerilerinin sistematik ve aşamalı öğretilmesi gerekmektedir. Aynı biçimde zihinsel yetersizliği olan çocuk duyu organlarında sınırlılık olmamasına karşın, bu organlarla almış olduğu uyaranları birleştirmede, saklamada ve geri çağırmada yani bilişsel süreçlerdeki yetersizliklerinden dolayı bunları birleştirmede ve kullanmadaki zorluklarından dolayı, bu becerilerin öğretilmesi gerekmektedir.
Bunların yanı sıra, yetersizliğin engelleyici etkilerini önlemek ya da azaltmak için özel gereksinimli çocuklara belli becerilerin de öğretilmesi gerekir. Görme yetersizliği olanlara Braille ile okuma yazmanın öğretilmesine gereksinim duyulurken, gören çocukların böyle bir gereksinimi bulunmamaktadır.
Genel eğitimden özel eğitim ayrıldığı bir diğer nokta ise içeriğin düzenlenişidir. Genel eğitimde içerik ortalama çevresindeki çocuklar için merkezi programlarla belirlenirken, özel eğitimde programın içeriğini çocuğun
gereksinimi belirler. (Heward, 00, Eripek,02).
Nasıl öğretir?
Özel eğitim, genel eğitimden kullandığı yöntemler, materyaller, programın uyarlanması ve özelleşmiş ve bireyselleşmiş tekniklerle de ayrılır. Bunu, örneğin işaret yöntemini öğreten özel eğitim öğretmeninin uygulamalarında, ya da ağır derecede zihinsel yetersizliği olan öğrencilerine kavram öğretimi yapan öğretmenin, öğretimde sistematik olarak ipuçlarını azaltmasında gözleyebiliriz (Eripek, 02) Ancak temel ilkeler açısından bakıldığında özel eğitim öğretmeninin de genel eğitimde görev alan öğretmenlerle aynı öğretim yöntem ve stratejilerini kullandığını söyleyebiliriz. Sadece farklılık, özel eğitim öğretmeninin programları, amaç ve hedefler yönünden öğrenciye göre düzenlemesine olanak sağlayan BEP leri ve BÖP leri
uygulamada kullandığı stratejilerdir. Bu konuda ileri de daha kapsamlı bilgiler verilecektir.
Nerede uygulanır?
Özel eğitim yalpığı ya da uygulandığı yere göre de tanımlanmaktadır. Gelişmiş ülkelerde özel gereksinimli çocukların büyük bir kısmı olağan okullarda akranlarıyla birlikte en az kısıtlayıcı kaynaştırma ortamlarında öğretim görmektedirler. Ülkemizde de hafif derecede yetersizliği olan çocukların akranlarıyla birlikte öğretim gördüklerini söyleyebiliriz. Bu çocukların büyük kısmı, durumları eğitsel olarak ortaya konulmadığı için, öğretmenlerin sınıf yönetiminde en çok sorunlarla karlaştığı baş belası çocuklar grubu olarak ele alınmaktadırlar. 573 sayılı Kanun Hükmünde Kararname, hafif ve orta derecede yetersizliği olan çocukların akranlarıyla kaynaştırma ortamında eğitim görmelerine olanak tanıdığı için son yıllarda, Ülkemizde de birlikte eğitim ortamlarında öğretim gören çocuk sayısı artmıştır. MEB 2003 kaynaklarına göre kaynaştırmadaki öğrenci sayısı 30.000 civarındadır. Kaynaştırılan yetersizlikten etkilenmiş çocukların oranı & 6’dır. Ancak, bu ortamlarda uygulanan eğitim, öğretmenlerin yeterlikleri, fiziki ortamlar, çocuklara uygulanan eğitsel tanılama sürecinde gözlenen aksaklıklar, uygulamayı tartışılabilir konuma getirmiştir. Özel gereksinimli çocukların yetersizliklerine göre eğitim ortamlarının düzenlenişinde farklılıklar bulunmaktadır. Bu ortamlar, olağan çocuklarla birlikte eğitim aldıkları en az kısıtlayıcı ortamlardan başlayarak yatılı ayrı özel eğitim kurumlarına kadar gitmektedir. Bu nedenle, Ayrı ve Birlikte eğitim ortamlarını da kapsayan, kurallara göre düzenlenmiş ortamların nasıl olduğunu çizelge biçiminde şöylece belirleyebiliriz.
Kaynak İçin Tıklayınız..
Tüm öğrencilik yaşamınızda çevrenizde Gözleri görmeyen, işitemeyen, yürüyemeyen ya da tekerlekli sandalye kullanan, konuşurken kekeleyen, uyuşturucu vb. kullanan, bazı derslerde güçlükleri olan ya da herkesten farklı bir ilgi alanı olup çevresini sorunlarıyla bunaltan veya 3 yaşında kendi kendine okuma yazma öğrenen ya da fen, satranç vb. alanlarda yetişkinler düzeyinde bilgi sahibi olan kişilerle karşılaştınız. Kimine acıdınız, kimine ise imrendiniz. Bu çocuklar sizden FARKLI çocuklarda. Bu çocuklara daha öncede değinildiği gibi standart programlar, uygulanamaz. Özel eğitim uygulanması gerekir. Özel eğitim çoğunluktan farklı ve özel gereksinimli çocuklara sunulan, üstün özellikleri olanları yetenekleri doğrultusunda kapasitelerinin en üst düzeye çıkmasını sağlayan, yetersizliği engele dönüştürmeyi önleyen, engelli bireyi kendine yeterli hale getirerek topluma kaynaşmasını, ve bağımsız, üretici bireyler olmasını destekleyecek becerilerle donatan eğitimdir. Özel eğitim bir çok bakış açısına göre tanımlanabilir. Birinci görüş özel eğitimi yasal temelleri olan ve bunlara göre yürütülen bir girişim olarak ele almaktadır. Bu görüşü savunanlar, ana babanın çocukları için uygulanacak tüm eğitsel önlemler ve süreçlerle ilgili kararlara katılmalarını ve bilgilendirilmeleri gerektiğin ileri sürmektedirler. Bu görüş ülkemizde de kendisini son uygulamalarda hissettirmeye başlamıştı. Bunun sonucu olarak 573 sayılı kanun hükmünde kararnamenin hazırlanış felsefesinde bu görüş yer almaktadır. Bu yasaya göre uygun olarak çıkartılan yönetmelikte, çocukla ilgili her karar alma sürecinde aile onayı da gerekmektedir. Bu görüş, tamamıyla yönetsel düzenlemeler içermektedir. Özel eğitim, mevcut eğitim sisteminin ayrılmaz bir parçası olarak ele alınmaktadır. Öğretmen-öğrenci oranları, sınıf ortamının büyüklüğü ve çocuğun bu ortama yerleştirilmesi, hizmet verecek personelin öğrenciye göre dağılımı ve türleri, ne kadar kaynak sağlanması gerektiği gibi yönetimsel konuları kapsar. İkinci görüş olan, toplumsal politikaları oluşturma yaklaşımında özel eğitim, bireyin vazgeçilmez temel insan hakkı olarak yorumlanmaktadır. Yetersizliği olan bireye karşı değişmesi gereken tutumları ön plana çıkartan bir yaklaşımdır. Her iki görüşünde geçerli olduğu noktalar bulunmaktadır. Özel eğitimin kapsamını ve uygulamalarını belirlemede ikisi de önemli rol oynamaktadır. O da özel eğitimin temel amacını açığı vuracak olan, özel eğitimin çocuğa öğretimsel olarak nasıl müdahale etmesi gerektiği hususudur. (Heward, 00)
Yukarıda ilkeleri belirtilen yeni yaklaşımın uygulanmasında özel eğitimin değişik görevleri üstlendiğini görmekteyiz. Bu görevler şunlardır:
Bir müdahale biçimi olarak Özel Eğitim
Özel eğitim her şeyden önce yetersizliği olan bireylere yapılan amaçlı bir müdahaledir. Başarılı bir müdahalenin yetersizliği olan bireyin öğrenme ortamına, okul ve topluma etkin katılımına ket vuran tüm engelleri ortadan kaldırması, o engellerden bireyi koruması ya da o engellerin üstesinden gelmesini sağlaması gerekir. Müdahalenin bu bağlamda üç temel uygulanma biçimi bulunmaktadır. (Heward, 00; Eripek,02).
Önleyici : Önemsiz problemlerin potansiyel oluşturmasını ve yetersizliğe dönüşmesine müdahale etmek. Eğer müdahale çok erken yaşlarda, hatta bazı durumlarda doğum öncesinden başlandığında oldukça başarılı sonuçlar vermektedir. Daha sonraki bölümlerde doğum öncesi nedenler üzerinde durulurken bu konu tartışılacaktır. Özel eğitim açısından yetersizliğe neden olan etmenlerin önlenmesi büyük olasılıkla içinde bulunduğumuz 21. yy da daha da fazla önem kazanacaktır. Çünkü ağır derecede yetersizliği olan çocuklara ne kadar erken müdahale yapılabilirse, yetersizliğin gelişim üzerinde oluşturabileceği olumsuzlukları en aza indirmek olası olmaktadır.
İyileştirici: Öğretim yoluyla yetersizliğin etkilerinin üstesinden gelmek. Bu programlar, genellikle eğitim kurumları ve sosyal hizmet kurumları tarafından uygulanmaktadır. Ülkemizde, Millî Eğitim Bakanlığı ve SHEÇEK’e bağlı kurumlarda bu tür uygulamalar görülmekle birlikte verilen eğitimin ve eğitimi uygulayan bireylerin nitelikleri tartışılması gereken önemli bir sorun olarak önümüzde durmaktadır. İyileştirici müdahalenin hem eğitimsel hem de rehabilitasyon boyutu bulunmaktadır. Bu iki alanın ortak amacının yetersizliği olan bireyin yaşamını daha nitelikli ve bağımsız hale getirmek için onu gerekli becerilerle donatmak ve yaşama uyumunu sağlamaktır.
Ödünleyici : Bireyin yetersizliğine rağmen başarılı olabilmesini sağlayacak becerilerin ve araçların nasıl kullanılacağını öğretmek. Bu müdahale, yetersizliğine rağmen bireye uygun (Ödünleyici) yeni becerilerin öğretilmesini kapsar. Ödünleyici müdahale ile, yetersizliği olmayan bireylerin gereksinimi olmayan ancak yetersizliği olan bireye öğretildiğinde o bireyin yetersizlikten dolayı sınırlı olan yaşantısını zenginleştiren ve kolaylaştıran becerilerin öğretilmesi kastedilmektedir. Örneğin, öykü 1 deki Bülent’in tekerlekli sandalyeyi kullanmayı öğrenmesi, öykü 2’deki Aslının Braille daktilo ve baston kullanması öğrenmesi.
Öğretim Biçimi olarak Özel Eğitim
Özel eğitimi, genel eğitimden farklı kılan ve onu özel yapan, kimi kapsar, neyi öğretir, nasıl öğretir ve nerede uygulanır sorularının yanıtında yatmaktadır.
Kimi kapsar?
Özel gereksinimi olan, bu özelliğinden dolayı farklı eğitim gereksinimi ancak bireysel olarak planlanmış öğretim programlarıyla karşılanabilen çocukları kapsamaktadır. Bu çocukların eğitimi ya ayrı eğitim ortamlarında ya da birlikte eğitim ortamlarında karşılanmaktadır. Bunlar yerine getirilirken, sınıf öğretmeni, özel eğitim öğretmeni, ve ilgili bir çok disiplinler (PDR uzmanı, konuşma terapisti, fizyoterapist gibi) de çalışan uzmanların ailelerle birlikte ortaklaşa kararlar almaları birinci sorumluluklarıdır.
Neyi Öğretir?
Özel eğitim, genel eğitimden içerik yönünden yani nelerin öğretileceği yönünden farklılaşmaktadır. Olağan çocukların kendiliğinden edindikleri becerilerin büyük bir kısmını yetersizlikten etkilenmiş özel gereksinimli çocuklara, yoğun ve sistematik biçimde öğretmek gerekmektedir. Örneğin giyinme, soyunma, yemek yeme becerilerini çocukla, yetişkinleri gözleyerek, taklit ederek öğrenirler. Ancak çocuk yetersizlikten etkilenmiş ise örneğin görme engelli, ya da zihinsel engelli, bu becerilerin öğretilmesi gerekir. Çünkü, görme engelli çocuk, görmesindeki sınırlılık ya da yokluk nedeni ile gözleme ve taklit etme becerilerini sadece işitsel ve dokunsal uyaranlarla yapabilmekte, görsel uyaranları yetersizliğinden dolayı algılayıp tepki koyamamakta veya taklit edememektedir. Bunun için, giyinme, soyunma, yamak yeme becerilerinin sistematik ve aşamalı öğretilmesi gerekmektedir. Aynı biçimde zihinsel yetersizliği olan çocuk duyu organlarında sınırlılık olmamasına karşın, bu organlarla almış olduğu uyaranları birleştirmede, saklamada ve geri çağırmada yani bilişsel süreçlerdeki yetersizliklerinden dolayı bunları birleştirmede ve kullanmadaki zorluklarından dolayı, bu becerilerin öğretilmesi gerekmektedir.
Bunların yanı sıra, yetersizliğin engelleyici etkilerini önlemek ya da azaltmak için özel gereksinimli çocuklara belli becerilerin de öğretilmesi gerekir. Görme yetersizliği olanlara Braille ile okuma yazmanın öğretilmesine gereksinim duyulurken, gören çocukların böyle bir gereksinimi bulunmamaktadır.
Genel eğitimden özel eğitim ayrıldığı bir diğer nokta ise içeriğin düzenlenişidir. Genel eğitimde içerik ortalama çevresindeki çocuklar için merkezi programlarla belirlenirken, özel eğitimde programın içeriğini çocuğun
gereksinimi belirler. (Heward, 00, Eripek,02).
Nasıl öğretir?
Özel eğitim, genel eğitimden kullandığı yöntemler, materyaller, programın uyarlanması ve özelleşmiş ve bireyselleşmiş tekniklerle de ayrılır. Bunu, örneğin işaret yöntemini öğreten özel eğitim öğretmeninin uygulamalarında, ya da ağır derecede zihinsel yetersizliği olan öğrencilerine kavram öğretimi yapan öğretmenin, öğretimde sistematik olarak ipuçlarını azaltmasında gözleyebiliriz (Eripek, 02) Ancak temel ilkeler açısından bakıldığında özel eğitim öğretmeninin de genel eğitimde görev alan öğretmenlerle aynı öğretim yöntem ve stratejilerini kullandığını söyleyebiliriz. Sadece farklılık, özel eğitim öğretmeninin programları, amaç ve hedefler yönünden öğrenciye göre düzenlemesine olanak sağlayan BEP leri ve BÖP leri
uygulamada kullandığı stratejilerdir. Bu konuda ileri de daha kapsamlı bilgiler verilecektir.
Nerede uygulanır?
Özel eğitim yalpığı ya da uygulandığı yere göre de tanımlanmaktadır. Gelişmiş ülkelerde özel gereksinimli çocukların büyük bir kısmı olağan okullarda akranlarıyla birlikte en az kısıtlayıcı kaynaştırma ortamlarında öğretim görmektedirler. Ülkemizde de hafif derecede yetersizliği olan çocukların akranlarıyla birlikte öğretim gördüklerini söyleyebiliriz. Bu çocukların büyük kısmı, durumları eğitsel olarak ortaya konulmadığı için, öğretmenlerin sınıf yönetiminde en çok sorunlarla karlaştığı baş belası çocuklar grubu olarak ele alınmaktadırlar. 573 sayılı Kanun Hükmünde Kararname, hafif ve orta derecede yetersizliği olan çocukların akranlarıyla kaynaştırma ortamında eğitim görmelerine olanak tanıdığı için son yıllarda, Ülkemizde de birlikte eğitim ortamlarında öğretim gören çocuk sayısı artmıştır. MEB 2003 kaynaklarına göre kaynaştırmadaki öğrenci sayısı 30.000 civarındadır. Kaynaştırılan yetersizlikten etkilenmiş çocukların oranı & 6’dır. Ancak, bu ortamlarda uygulanan eğitim, öğretmenlerin yeterlikleri, fiziki ortamlar, çocuklara uygulanan eğitsel tanılama sürecinde gözlenen aksaklıklar, uygulamayı tartışılabilir konuma getirmiştir. Özel gereksinimli çocukların yetersizliklerine göre eğitim ortamlarının düzenlenişinde farklılıklar bulunmaktadır. Bu ortamlar, olağan çocuklarla birlikte eğitim aldıkları en az kısıtlayıcı ortamlardan başlayarak yatılı ayrı özel eğitim kurumlarına kadar gitmektedir. Bu nedenle, Ayrı ve Birlikte eğitim ortamlarını da kapsayan, kurallara göre düzenlenmiş ortamların nasıl olduğunu çizelge biçiminde şöylece belirleyebiliriz.
Kaynak İçin Tıklayınız..
Otizm

Otizm, sosyal ve iletişim becerilerinin oluşmasını etkileyen bir gelişim bozukluğudur. Otizm genellikle yaşamın ilk 2 yılında ortaya çıkar. Otistik çocuklar genelde öğrenme zorluğu çekerler. Otistik çocukların büyük bir kısmında farklı seviyelerde zeka geriliği görülse de, zeka seviyeleri normal otistik çocuklar da vardır. Ancak genel zeka seviyeleri ne olursa olsun, Otistik çocuklar çevrelerindeki dünyayı algılamakta ortak bir zorluk çekerler
Bir annenin doğum sonrası çocuğunun (tüm özür grupları dahil olmak üzere) özürlü olma oranı %2dir; Otistik olması oranı ise %0.5′tir (eskiden bu oran 4/10.000 olarak değerlendirilirdi). Bir otistik çocuktan sonra, ikinci çocukta otizmin ortaya çıkması riski %3 dür. Otizm erkek çocuklarda kız çocuklarından 4 kat daha fazla görünmektedir Her çocuktaki otistik belirtiler ve bunların seviyesi farklılık gösterebilir, bu nedenle otizmin seviyelerini kategorize etmek güçtür. Ayrıca, Asperger Sendromu ve Rett Sendromu olarak bilinen otizm formları da bulunmaktadır.
Otizmin Belirtileri Nelerdir?
Otistiklerde, etkilenme dereceleri değişse de, aşağıdaki ortak belirtiler görülür;
Sosyal ilişkilerde güçlük Konuşma güçlüğü
Sessiz iletişimde zorlanma
Oyun oynama ve hayal gücünü kullanmada zorlanma
Değişikliklere karşı tepki ve direnç gösterme
Otizmin tipik özellikleri
Otistik Bir Çocuk,
Başkalarına karşı ilgisizdir.
Göz temasından kaçınır.
Başkaları ile kendiliİinden iletişim kurmaz.
İsteklerini bir yetişkinin ellerini kullanarak belirtir.
Diğer çocuklarla oynamaz.
Sürekli bir konu üzerinde konuşur. Sebepsiz şekilde ağlar, güler ve sebepsiz davranışlarda bulunur.
Anlamsız sözleri üst üste tekrarlar.
Nesneleri tutup sürekli döndürmekten hoşlanır. Değişikliklerden hoşlanmaz.
Yaratıcılık gerektiren oyunları oynayamaz.
Bazıları yaratıcılık gerektirmeyen bazı işleri oldukça hızlı ve iyi yapar.
Kaynak İçin Tıklayınız
Eyvah Çocuğum Farklı Gelişiyor
Doğduğundan beri bu çocuk böyle. Hiçbir şey anlamıyor, anlatamıyor. Konuşamıyor da. Sürekli bağırıp, ağlıyor. İhtiyaçlarını kendi başına gideremiyor. Etraftaki çocuklarla anlaşamıyor, sürekli diğer çocuklan hırpalıyor. Ben de ne yapacağımı bilemiyorum. Bir başıma kalakaldım. Babası da ilgilenmiyor. Bütün sorumluluk benim üzerimde. Kendimi çok yorgun hissediyorum..
Doğduğundan beri bu çocuk böyle. Hiçbir şey anlamıyor, anlatamıyor. Konuşamıyor da. Sürekli bağırıp, ağlıyor. İhtiyaçlarını kendi başına gideremiyor. Etraftaki çocuklarla anlaşamıyor, sürekli diğer çocuklan hırpalıyor. Ben de ne yapacağımı bilemiyorum. Bir başıma kalakaldım. Babası da ilgilenmiyor. Bütün sorumluluk benim üzerimde. Kendimi çok yorgun hissediyorum. Ne zaman konuşmaya başlayacak, ne zaman kendi ihtiyaçlarım kendi başına giderebilecek, ne zaman okula başlayacak. . . Gücüm kalmadı artık!"
Normal bir çocuk bekleyen ailelerin farklı gelişen bir çocukla karşılaşmaları durumunda hayal kırıklığı yaşaması, bu duruma tepki göstermesi ve ilerleyen zamanlarda çocuklarının normal bir çocuk gibi her davranışı yaşıtlarıyla birlikte aynı süreçte kazanabileceklerini düşünmesi çok sık karşılaşılan bir sonuçtur. Aile farklı gelişen bir çocuğa sahip olmayı kabul edemediği ve ne yapacağını bilemediği için endişeye kapılır. Bu kabullenememe sürecidir çünkü farka gelişen çocuklar da aslında her çocuk gibi kendine özeldir. Bu nedenle çocuklarının değişeceğini umut ederek yaşarlar ancak bu farklılıkları onun göz rengi gibi kalıcı bir özelliğidir. Dolayısıyla ailenin bir gün çocuklarının değişeceği ümidiyle yaşaması problemi daha da çözülemez hale getirir. Bunun yerine çocuğu olduğu gibi kabul etmek ve çocuğu olduğu gibi kabul ederek yaşamayı öğrenmek gerekir. Farklı gelişen bir çocuğa sahip olan aileler şok, inkar, acı ve depresyon, çelişki, suçluluk, kızgınlık, utanç ve sıkıntı, pazarlık etme gibi süreçlerden geçerek, en son noktada kabul ve uyum aşamasına erişir. Böyle bir çocukla karşılaşarak şok geçiren aileler aşırı derecede ağlama, çok konuşma ya da tam tersi hiç konuşmama gibi davranışlar sergiler. Bu davranışlar inkar aşamasında özrü görmezden gelme davranışıyla değiştirilir. Bir sonraki aşama olan acı ve depresyonda hayal kırıklıkları yaşanır. Çelişki sürecinde ise aileler ümitsizlikle birlikte eğitimi ve tedaviyi reddeder. Sonrasında suçluluk hissederek, "benim yüzümden oldu" diye düşünür. Kızgınlıkla birlikte neden ben diye sormaya başlar ve utanarak çocuklarını çevreden saklar, içinde bulundukları bu durumu gizler. Kabullenme sürecinden önce ise yaratıcıyla pazarlık ederek çocuklarını iyileştirmesi durumunda kendisinin bambaşka bir kişi olacağını söyler. En son aşama kabullenme aşamasıdır ve bu aşamada aileler çocuklarının durumunu kabul ederek, beklentilerini ve hedeflerini bu yönde değiştirirler.
Peki, farklı gelişen çocuğa sahip olan aileler neden durumu ilk başta kabul edemez?
Aile mükemmel çocuk hayaliyle yaşar ve ileride başarılarıyla övünebileceği bir çocuğa sahip olmak ister. Farka gelişen çocuğa sahip olmak, ailelerin mükemmel çocuk hayallerini ortadan kaldırdığı için durumu kabul etmek ilk başta kolay olmaz. Bu durum duygusal bunalıma neden olur.
Diğer önemli bir nokta ise aileye, akrabalara ve yakın çevreye durumu açıklama zorluğudur. Kendi çocuklarının diğer çocuklardan farklı olduğunu, becerilerinin diğer çocukların düzeyinde olmadığını anlatabilmek aileler için oldukça zordur. Bu nedenle aileler kabul aşamasından önce durumu açıklamak yerine, böyle bir sorun yokmuş gibi davranmayı tercih eder. "Bizim çocuk biraz hareketli, yaramaz. Babasına çekmiş işte" gibi söylemlerle durumu gizlemeye çalışır. Diğer insanların tepki göstermesinden korkarak sorun yokmuş gibi davranır. Ancak durumu yok saymak daha büyük sorunlara neden olur. Bu nedenle bir an önce çocuğun durumu fark edilmeli ve durum kabul edilmelidir. Kabul aşamasından sonra aileler tarafından dikkat edilmesi gereken en önemli nokta farka gelişen çocukların da kendine özgü özelliklerinin olduğudur. Farklı gelişen çocukların da kendine özgü bedensel, bilişsel, sosyal ve duygusal bir yapısı vardır ve bu çocuklar doğuştan getirdiği kalıtsal özelliklere sağlanan tıbbi tedavi, eğitim ve çevre olanaklarına bağlı olarak kendi içlerinde önemli bireysel farklılıklar gösterirler. Bu nedenle her çocuk kendisiyle kıyaslanmalıdır. Aileler çocuklarının gelişimini etrafındaki çocuklarla değil kendi kat ettiği mesafeyle değerlendirmelidir. Kalıtım, doğumdan önce, doğum sırasında ve doğumdan sonra merkezi sinir sistemini etkileyecek hastalıkların meydana gelmesi, kazalar, travmalar, metabolizma ve beslenme bozuklukları ve de başka bilinmeyen nedenler sonucu ortaya çıkan engellilik durumu,
çocuklarda yaşıtlarına göre öğrenme, kavrama, beceri ve toplumsal uyum bakımından gerilik ve yetersizliklerin görülmesine neden olur. Bu nedenle ailelerin kabul sürecinden sonra çocuklarında görülen öğrenme, kavrama, beceri ve sosyal uyum bakımından gerilik ve yetersizliklerini eğitimle birlikte minimum seviyeye indirmek için çaba göstermeleri gerekir. Uzman yardımıyla birlikte, çocuklarını kendi kapasiteleri ve yetenekleri doğrultusunda değerlendirerek, bu doğrultuda çocuğa uygun hedefler seçmeleri gerekir.
Farklı gelişen çocuğa sahip olan ailelerinin tutumları
Engeli bir çocuğu kabul sürecinden sonra aileler birbirinden çok farklı tutumlar gösterebilir.
• En sık gözlenen tutum aşın derecede koruyup kollama davranışıdır. Aileler çocuklarının kendilerini
koruyamayacaklarını düşünerek, onların yerine bu görevi kendileri üstlenirler. Halbuki çocuğun kendini korumayı öğrenebilmesi için çocuğa fırsat sunulmalıdır.
• Diğer bir tutum ise ayrıcalıklı davranma tutumudur. Çocuk aile içerisinde farklı olduğu için diğer kardeşlerinden ayrı tutulur ve özel haklara sahip olur. Bu aile içerisinde diğer çocuklarla olan ilişkinin ve aile içinde dengenin bozulmasına neden olur.
• Diğer bir aile tutumu ise her şey engeli çocuk için tutumudur. Aile bütün hayatını engeli çocukları ekseninde kabul eder ve bu şekilde yaşayarak kendilerinin de bir yaşamları olduğunu görmezden gelir. Kendilerini engeli çocuğa adayarak yaşama çalışmaları, kendi yaşamlarını katlanılamayacak hale dönüştürür.
• Bazen de çocuğu reddetme gibi bir tutum sergilenir. Aile engeli çocuğu ayak bağı olarak görür ve her türlü ihtiyacım gidermekten çekinir, çocuk yokmuş gibi davranılır.
• Bazı aileler ise özrü görmezden gelerek, çocuklarının sağlıklı olduğunu söyler ve çocuklarının engeli yokmuş gibi davranır. Buna önce kendilerini inandırır, sonra da çevrelerindeki kişilere bunu söyleyerek, diğer insanların da buna inanmalarını ister.
• Bazen de aileler tarafından özür durumu kullanılır ve çevreden yardım toplamak istenir. Aile çocuğunun özür durumunu sürekli gözler önüne sererek diğer insanların acımalarını ve kendilerine yardım etmelerini ister.
• Olması gereken tutum ise normal bir şekilde çocuğun engel durumunu kabul etmek ve çocuğun gelişimi için şartları hazırlamaktır. Ayrıca engeli çocuğun gereksinimlerinin normal çocuklardan farklı olduğunu kabul ettikten sonra eğitim uzmanının da yardımıyla çocuğun gelişimini desteklemek gerekir.
Kabul sürecinden sonra başlayan eğitim sürecinde en başta ailenin çocuğun tanısını tam olarak ne olduğunu bilmesi ve bu tanının ne anlama geldiğini araştırması, bu tanıya sahip olan bir çocuğun neleri yapabileceğini ve neleri yapmakta zorlanabileceğini öğrenmesi gerekir. Bunun akabinde öğretmen ve aileler arasında sıkı bir iş birliği sağlanmalı ve çocuğun tanısı doğrultusunda uygun bir eğitim çerçevesi oluşturulmalıdır. Eğitim sürecinde uzmanın ve eğitmenin öneriler, aile tarafından dikkate alınmalı, evde de söylenilen davranışlar uygulanmalıdır. Farklı gelişen çocukların eğitimindeki temel hedef; ileri derecede akademik beceriden ziyade, ileride başkalarına bağımlı olmadan yaşamlarını sürdürebilmeleri, kendi kendilerine yeterli duruma gelebilmeleri ve toplumla bütünleşebilmeleridir. Günlük yaşamda, evde, toplumda ve çevrede işe yarar olması temel hedeftir. Farklı gelişen çocuklar ancak bunu başarabildikleri ölçüde yani kendisini ifade edebildiği ve kendi ihtiyaçlarını bağımsız olarak karşılayabildiği düzeyde toplum içerisinde kabul görebilir duruma gelir. Eğitim sürecinde farklı gelişen çocukların bağımsızlıklarını kazanmaları gerekir çünkü ancak bunu gerçekleştirdikleri zaman aile üyesi, işçi, öğrenci, boş zaman etkinliklerine katılımcı olma, tüketicilik ve vatandaşlık gibi toplumsal rollerin üstesinden gelebilir. Bunun yanında kendi bakımını sağlamayı, ev işlerini yapabilmeyi, evdeki eşya ve cihazlan kullanabilmeyi, temizliği, yiyecek hazırlamayı, yani kendi yaşamım kendi başına devam ettirebilmeyi sahip olduğu bağımsızlık duygusuyla gerçekleştirebileceği için öncelikle bu noktada eğitimin verilmesi gerekir. Süreç içerisinde aile her ne kadar çocuklarının durumunu kabullenmiş olsa da dönem dönem acı, öfke, yorgunluk gibi duyguları içten içe besleyebilir. Bu tür duygularla başa çıkabilmek ve kendi motivasyonlarını yüksek tutabilmek için duygularım paylaşmaları ailelere yardımcı olacaktır. Tek başına bütün sorumluluğu üstlenmek yerine paylaşımcı yolu tercih etmek daha rahatlatıcı olacaktır. Bununla birlikte sadece farklı gelişen çocuklarına odaklanmak yerine, kendilerine ve diğer çocuklarına da vakit ayırmaları kendilerini iyi hissetmelerine yardımcı olacaktır.
"Gerçek iyimser, problemlerin farkındadır ama çözümleri de bilir, zorlukları görür ama üstesinden gelineceğine de inanır, olumsuzlukları yakalar ama olumlulukları da vurgular, en kötüye açıktır ama en iyiyi de bekler, şikayet etmek için nedeni vardır ama gülümsemeyi seçer"
W. Arthur Ward
Psikolog / Narin YILDIZ
Kaynak İçin Tıklayınız..
Doğduğundan beri bu çocuk böyle. Hiçbir şey anlamıyor, anlatamıyor. Konuşamıyor da. Sürekli bağırıp, ağlıyor. İhtiyaçlarını kendi başına gideremiyor. Etraftaki çocuklarla anlaşamıyor, sürekli diğer çocuklan hırpalıyor. Ben de ne yapacağımı bilemiyorum. Bir başıma kalakaldım. Babası da ilgilenmiyor. Bütün sorumluluk benim üzerimde. Kendimi çok yorgun hissediyorum. Ne zaman konuşmaya başlayacak, ne zaman kendi ihtiyaçlarım kendi başına giderebilecek, ne zaman okula başlayacak. . . Gücüm kalmadı artık!"
Normal bir çocuk bekleyen ailelerin farklı gelişen bir çocukla karşılaşmaları durumunda hayal kırıklığı yaşaması, bu duruma tepki göstermesi ve ilerleyen zamanlarda çocuklarının normal bir çocuk gibi her davranışı yaşıtlarıyla birlikte aynı süreçte kazanabileceklerini düşünmesi çok sık karşılaşılan bir sonuçtur. Aile farklı gelişen bir çocuğa sahip olmayı kabul edemediği ve ne yapacağını bilemediği için endişeye kapılır. Bu kabullenememe sürecidir çünkü farka gelişen çocuklar da aslında her çocuk gibi kendine özeldir. Bu nedenle çocuklarının değişeceğini umut ederek yaşarlar ancak bu farklılıkları onun göz rengi gibi kalıcı bir özelliğidir. Dolayısıyla ailenin bir gün çocuklarının değişeceği ümidiyle yaşaması problemi daha da çözülemez hale getirir. Bunun yerine çocuğu olduğu gibi kabul etmek ve çocuğu olduğu gibi kabul ederek yaşamayı öğrenmek gerekir. Farklı gelişen bir çocuğa sahip olan aileler şok, inkar, acı ve depresyon, çelişki, suçluluk, kızgınlık, utanç ve sıkıntı, pazarlık etme gibi süreçlerden geçerek, en son noktada kabul ve uyum aşamasına erişir. Böyle bir çocukla karşılaşarak şok geçiren aileler aşırı derecede ağlama, çok konuşma ya da tam tersi hiç konuşmama gibi davranışlar sergiler. Bu davranışlar inkar aşamasında özrü görmezden gelme davranışıyla değiştirilir. Bir sonraki aşama olan acı ve depresyonda hayal kırıklıkları yaşanır. Çelişki sürecinde ise aileler ümitsizlikle birlikte eğitimi ve tedaviyi reddeder. Sonrasında suçluluk hissederek, "benim yüzümden oldu" diye düşünür. Kızgınlıkla birlikte neden ben diye sormaya başlar ve utanarak çocuklarını çevreden saklar, içinde bulundukları bu durumu gizler. Kabullenme sürecinden önce ise yaratıcıyla pazarlık ederek çocuklarını iyileştirmesi durumunda kendisinin bambaşka bir kişi olacağını söyler. En son aşama kabullenme aşamasıdır ve bu aşamada aileler çocuklarının durumunu kabul ederek, beklentilerini ve hedeflerini bu yönde değiştirirler.
Peki, farklı gelişen çocuğa sahip olan aileler neden durumu ilk başta kabul edemez?
Aile mükemmel çocuk hayaliyle yaşar ve ileride başarılarıyla övünebileceği bir çocuğa sahip olmak ister. Farka gelişen çocuğa sahip olmak, ailelerin mükemmel çocuk hayallerini ortadan kaldırdığı için durumu kabul etmek ilk başta kolay olmaz. Bu durum duygusal bunalıma neden olur.
Diğer önemli bir nokta ise aileye, akrabalara ve yakın çevreye durumu açıklama zorluğudur. Kendi çocuklarının diğer çocuklardan farklı olduğunu, becerilerinin diğer çocukların düzeyinde olmadığını anlatabilmek aileler için oldukça zordur. Bu nedenle aileler kabul aşamasından önce durumu açıklamak yerine, böyle bir sorun yokmuş gibi davranmayı tercih eder. "Bizim çocuk biraz hareketli, yaramaz. Babasına çekmiş işte" gibi söylemlerle durumu gizlemeye çalışır. Diğer insanların tepki göstermesinden korkarak sorun yokmuş gibi davranır. Ancak durumu yok saymak daha büyük sorunlara neden olur. Bu nedenle bir an önce çocuğun durumu fark edilmeli ve durum kabul edilmelidir. Kabul aşamasından sonra aileler tarafından dikkat edilmesi gereken en önemli nokta farka gelişen çocukların da kendine özgü özelliklerinin olduğudur. Farklı gelişen çocukların da kendine özgü bedensel, bilişsel, sosyal ve duygusal bir yapısı vardır ve bu çocuklar doğuştan getirdiği kalıtsal özelliklere sağlanan tıbbi tedavi, eğitim ve çevre olanaklarına bağlı olarak kendi içlerinde önemli bireysel farklılıklar gösterirler. Bu nedenle her çocuk kendisiyle kıyaslanmalıdır. Aileler çocuklarının gelişimini etrafındaki çocuklarla değil kendi kat ettiği mesafeyle değerlendirmelidir. Kalıtım, doğumdan önce, doğum sırasında ve doğumdan sonra merkezi sinir sistemini etkileyecek hastalıkların meydana gelmesi, kazalar, travmalar, metabolizma ve beslenme bozuklukları ve de başka bilinmeyen nedenler sonucu ortaya çıkan engellilik durumu,
çocuklarda yaşıtlarına göre öğrenme, kavrama, beceri ve toplumsal uyum bakımından gerilik ve yetersizliklerin görülmesine neden olur. Bu nedenle ailelerin kabul sürecinden sonra çocuklarında görülen öğrenme, kavrama, beceri ve sosyal uyum bakımından gerilik ve yetersizliklerini eğitimle birlikte minimum seviyeye indirmek için çaba göstermeleri gerekir. Uzman yardımıyla birlikte, çocuklarını kendi kapasiteleri ve yetenekleri doğrultusunda değerlendirerek, bu doğrultuda çocuğa uygun hedefler seçmeleri gerekir.
Farklı gelişen çocuğa sahip olan ailelerinin tutumları
Engeli bir çocuğu kabul sürecinden sonra aileler birbirinden çok farklı tutumlar gösterebilir.
• En sık gözlenen tutum aşın derecede koruyup kollama davranışıdır. Aileler çocuklarının kendilerini
koruyamayacaklarını düşünerek, onların yerine bu görevi kendileri üstlenirler. Halbuki çocuğun kendini korumayı öğrenebilmesi için çocuğa fırsat sunulmalıdır.
• Diğer bir tutum ise ayrıcalıklı davranma tutumudur. Çocuk aile içerisinde farklı olduğu için diğer kardeşlerinden ayrı tutulur ve özel haklara sahip olur. Bu aile içerisinde diğer çocuklarla olan ilişkinin ve aile içinde dengenin bozulmasına neden olur.
• Diğer bir aile tutumu ise her şey engeli çocuk için tutumudur. Aile bütün hayatını engeli çocukları ekseninde kabul eder ve bu şekilde yaşayarak kendilerinin de bir yaşamları olduğunu görmezden gelir. Kendilerini engeli çocuğa adayarak yaşama çalışmaları, kendi yaşamlarını katlanılamayacak hale dönüştürür.
• Bazen de çocuğu reddetme gibi bir tutum sergilenir. Aile engeli çocuğu ayak bağı olarak görür ve her türlü ihtiyacım gidermekten çekinir, çocuk yokmuş gibi davranılır.
• Bazı aileler ise özrü görmezden gelerek, çocuklarının sağlıklı olduğunu söyler ve çocuklarının engeli yokmuş gibi davranır. Buna önce kendilerini inandırır, sonra da çevrelerindeki kişilere bunu söyleyerek, diğer insanların da buna inanmalarını ister.
• Bazen de aileler tarafından özür durumu kullanılır ve çevreden yardım toplamak istenir. Aile çocuğunun özür durumunu sürekli gözler önüne sererek diğer insanların acımalarını ve kendilerine yardım etmelerini ister.
• Olması gereken tutum ise normal bir şekilde çocuğun engel durumunu kabul etmek ve çocuğun gelişimi için şartları hazırlamaktır. Ayrıca engeli çocuğun gereksinimlerinin normal çocuklardan farklı olduğunu kabul ettikten sonra eğitim uzmanının da yardımıyla çocuğun gelişimini desteklemek gerekir.
Kabul sürecinden sonra başlayan eğitim sürecinde en başta ailenin çocuğun tanısını tam olarak ne olduğunu bilmesi ve bu tanının ne anlama geldiğini araştırması, bu tanıya sahip olan bir çocuğun neleri yapabileceğini ve neleri yapmakta zorlanabileceğini öğrenmesi gerekir. Bunun akabinde öğretmen ve aileler arasında sıkı bir iş birliği sağlanmalı ve çocuğun tanısı doğrultusunda uygun bir eğitim çerçevesi oluşturulmalıdır. Eğitim sürecinde uzmanın ve eğitmenin öneriler, aile tarafından dikkate alınmalı, evde de söylenilen davranışlar uygulanmalıdır. Farklı gelişen çocukların eğitimindeki temel hedef; ileri derecede akademik beceriden ziyade, ileride başkalarına bağımlı olmadan yaşamlarını sürdürebilmeleri, kendi kendilerine yeterli duruma gelebilmeleri ve toplumla bütünleşebilmeleridir. Günlük yaşamda, evde, toplumda ve çevrede işe yarar olması temel hedeftir. Farklı gelişen çocuklar ancak bunu başarabildikleri ölçüde yani kendisini ifade edebildiği ve kendi ihtiyaçlarını bağımsız olarak karşılayabildiği düzeyde toplum içerisinde kabul görebilir duruma gelir. Eğitim sürecinde farklı gelişen çocukların bağımsızlıklarını kazanmaları gerekir çünkü ancak bunu gerçekleştirdikleri zaman aile üyesi, işçi, öğrenci, boş zaman etkinliklerine katılımcı olma, tüketicilik ve vatandaşlık gibi toplumsal rollerin üstesinden gelebilir. Bunun yanında kendi bakımını sağlamayı, ev işlerini yapabilmeyi, evdeki eşya ve cihazlan kullanabilmeyi, temizliği, yiyecek hazırlamayı, yani kendi yaşamım kendi başına devam ettirebilmeyi sahip olduğu bağımsızlık duygusuyla gerçekleştirebileceği için öncelikle bu noktada eğitimin verilmesi gerekir. Süreç içerisinde aile her ne kadar çocuklarının durumunu kabullenmiş olsa da dönem dönem acı, öfke, yorgunluk gibi duyguları içten içe besleyebilir. Bu tür duygularla başa çıkabilmek ve kendi motivasyonlarını yüksek tutabilmek için duygularım paylaşmaları ailelere yardımcı olacaktır. Tek başına bütün sorumluluğu üstlenmek yerine paylaşımcı yolu tercih etmek daha rahatlatıcı olacaktır. Bununla birlikte sadece farklı gelişen çocuklarına odaklanmak yerine, kendilerine ve diğer çocuklarına da vakit ayırmaları kendilerini iyi hissetmelerine yardımcı olacaktır.
"Gerçek iyimser, problemlerin farkındadır ama çözümleri de bilir, zorlukları görür ama üstesinden gelineceğine de inanır, olumsuzlukları yakalar ama olumlulukları da vurgular, en kötüye açıktır ama en iyiyi de bekler, şikayet etmek için nedeni vardır ama gülümsemeyi seçer"
W. Arthur Ward
Psikolog / Narin YILDIZ
Kaynak İçin Tıklayınız..
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Copyright © 2013 Çocuk Ansiklopedisi and
0 yorum: